30 Ekim 2012 Salı

XX.


Diğerleriyle birlikte yanmaktan son anda kurtulan fotoğrafı izlerken sürdürdüğü konuşmasını, her şeyin bir şeyi var diyerek tamamladı.Ne acı ki, anlattıkları arasında duyabildiğim tek şeydi. Ama fotoğrafta artık yaşamayan birinin, hayattayken daha  ölü olduğuna karar verdiği  gözlerini izlerken söyledikleri yüzünden onu yargılayacak kadar zalimleşmemiştim daha. Gözlerini, artık yaşamayan birinin, hayattayken daha ölü olduğuna karar verdiği  gözlerinden ayırmadan el yordamıyla bulduğu çakmağıyla önce sigarasını, sonra fotoğrafı tutuşturdu. Sonra sonra zaman aramıza geri döndüğünde , ne saçmalıyorsun, diyebildim.Diğerleriyle birlikte yanmaya kaldığı yerden devam eden fotoğraf önemini yavaş yavaş, kıvrıla kıvrıla yitirirken, bazı seçimlerin kum saatini nasıl evirip çevirdiğini düşünüyordum.Bütün olasılıklar havadaki toz zerrecikleriydi. Her şeyin bir şeyi vardı gerçekten.

11 Ekim 2012 Perşembe

XIX.


Ucu sivrice bir dal parçasının toprağı bile acıtarak bizi nasıl ayırdığını söyle ona. Saflarımızı tuttuğumuzu, gözlerimizi boyadığımızı ve bağıra çağıra öldüğümüzü. Değişen bir şey olmadığını, soy ağaçlarımızdan başka.Söyle ona, dansetmek istediğini söylediğinde, müziği tanıdığını düşündüğümü.Nasıl yanıldığımı

XVIII.


Gözlerimi kısıp, gelmişin  geçmişin perspektif ayarlarıyla oynadığımda, bacaklarımı önümde duran ağacın dallarından aşağı sarkıttığımı söyleyebilirim. Parmak uçlarımla martılara dokunduğumu da. Neyse ki pastoral bir ruhum olmadı hiç. Ama o gün bacaklarımı o ağacın dallarından sarkıttığıma yemin edebilirim.